Hepimiz dişi ve erkek enerjilerini içgüdüsel olarak içimizde taşırız. Ama çoğunlukla bunun farkında değilizdir. İstemlerimizin, eylemlerimizin hangisinin dişi, hangisinin eril enerjiden geldiğini irdelemeyiz. Beden tipleriyle ilişkilendirerek bu enerjileri değerlendirmek ya da algılamak seçtiğimiz sıradan yoldur genellikle…
Bu yüzden kadınlar dişi, erkekler de eril enerjinin sembolü olmuştur. Oysa kadın bedeninin ya da salt cinselliğin, dişil enerjiyi tam tanımlayamadığı gibi, maço bir bakış ve atletik bir vücut da eril enerjiyi tanımlamaz. Yani dişil enerji dediğimizde tam olarak kadın; eril enerji dediğimizde de erkek tanımı boyutunda kalmak yeterli değildir.
Dişil ve eril enerji olgusu, seks ve bedenden öteye uzanan başka boyutlar ve gerçeklikler taşır.
Geleneksel olarak kadınlar, alıcılık, besleme, hassasiyet, duygu ve sezgi ifade etme ve geliştirme durumundadırlar. Geçmiş tarihte pek çok kadın, kendine güven, doğrudan eylem, zekâ, etkili ve güçlü bir şekilde görev yapma yeteneklerini bastırmıştır. Benzer bir şekilde erkekler de eril enerjinin sembolü olmuştur. Güçlü, doğrudan, saldırgan ve iddialı hareket etme yeteneklerini geliştirmişlerdir. Pek çok erkek kadının tersine, sezgi, duygu, hassasiyet ve besleme duygularını bastırıp inkâr etme yoluna gitmiştir.
Her cins, hayatını devam ettirebilmek için çaresizce diğer yarısına bağlı ve muhtaçtır oysaki. Yani erkekse dişiyle, dişiyse erkekle tamamlanmadan var olamaz. Bu durum, bedensel-cinsel-tensel bütünlenme çerçevesinde kısıtlı kalmayan, kendi varlığının içindeki enerjisel zıt yanına da ihtiyaç duyarak yaşamak ve hayatta kalmaktır. Yani birey var oluşunu devam ettirmek için çiftleşme amacıyla diğer yarısına ihtiyaç duyduğu kadar, kendi öz benliğindeki diğer karşıt çiftine de ihtiyaç duymaktadır.
Son binyılın sosyal ve psikolojik baskısıyla töre, edim ve kurallar silsilesine göre yaşam tarzı oluşturan insan toplulukları; fiziksel olarak hangi cinsin organlarını taşıyorsa, o cinsin sembolü olan davranışsal edimleri kendisinde baskın kılmayı seçmiştir. Dengede olmayan bu baskınlık tüm dünya enerjilerine yansır. Sadece kadın-erkek arasında kalmayan negatif kutuplaşma; tüm dünyanın enerjisinin üzerinde bir kâbus gibi oturuyor. Kutuplar, kendi varlığının özündeki karşıt ve tamamlayan enerjiyi reddeden durumu devam ettirdiği sürece; her türlü ikiciliğin arasındaki gerilim alanı, dengesizlik yaratmaya devam edecektir.
Basit tanımlamayla kadın ve erkek, ayrı ayrı yarım insandır. Erkekler sezgisel bilgelik ve duygusal destek için kadınlara ihtiyaç duyarlar. Kadınlar da edilgen olmayı seçtiklerinden eylemsel olarak erkeklerine bağlıdırlar. İdeal bir iş bölümü ve paylaşım gibi görünmekle birlikte, diğer yarısı olmadan yaşayamayacağını bilen birey, kendini tek başına bir bütün olarak hissedemez ve kendi iradesinde olmayan diğer yarısını kaybetmekten korkar. Bu korku, sürekli olarak karşıt kaynağı kontrol etme güdüsü yaratır. Bu güdü bir şekilde eylemini gerçekleştirmelidir, durdurulamaz. Zorla, hileyle ve ne pahasına olursa olsun karşı tarafı kontrol etme edimleri, ince davranış detaylarıyla şekillenerek bağımlılığa dönüşür. Bu da kaçınılmaz olarak gücenme, incinme ve savaşı doğurur. Oysa gerçek sevgiye dayanan bütünlenmelerde bu türden bir kontrole ihtiyaç ve yer yoktur. Çünkü her iki taraf da kendi bütünlüğü içinde birer Tam’dır.
Davranışsal olarak tek bir tarafı temsil ettiğimizi düşünsek de, bu enerjilerin birbirleri ile uyum içinde etkileşmelerini geliştirmemiz gereklidir. Doğu felsefeleri, Yin (kadınsı-alıcı), Yang (erkek-aktif) adı ile evrendeki tüm enerjinin bu iki güçten meydana geldiğini söylemişlerdir. Batıda ise Jung,Anima(dişi), Animus (eril) kavramlarını yaratmıştır. Her erkeğin içinde anima, her kadının içinde de animus olduğunu söyleyerek, çoğu insanın bunu bastırdığını ifade etmiştir.
Normalde bir erkek için dişil yönler üzerine konuşulmaz. Şiddetli bir bastırma ve reddediş mevcuttur. Gülen bir erkeğe hakaret eder gibi “kadın gibi kıkırdama”, ya da ağlayan bir erkeğe “ kadın gibi ağlama” der toplum. Öyle ya, gülmek ve ağlamak kadın eylemidir, erkekliğe yakışmaz. Erkek kendisindeki dişi, kadın da kendisindeki eril ifadelerine tepkilidir. Bu kelimeler kadın-erkek şeklinde de kullanılır ve toplumda bu kelimelerin üzerine yüklenmiş önyargılar çok fazla duygusal yük taşır. Cinsellik- namus- iffet boyutlarında takılıp kalmıştır eril ve dişil enerji tanımlamaları…
Dişil taraf sezgisel özümüzdür ve en bilge, en derin tarafımızdır. Dişil kelimesi tüm anlamlarında ve eylemlerinde derinlik ve ayrıntı taşır. Bu alıcı yöndür, kapıdır, kanalın alıcı tarafıdır. İç telkinler, altıncı hisler, içimizdeki derinlikten gelen mesajlar, dişil enerjinin eseridir. Kadın ya da erkek olalım yaşamımızda ona bilinçli bir dikkat göstermezsek, rüyalarımız, duygularımız ve fiziksel bedenimizle bize ulaşmaya çalışır. Onu dinlemeyi başarırsak eğer, bize mükemmel bir rehber olur.
Eril tarafsa düşünme, hareket ve fiziksel yeteneğimizdir. Dişi ya da erkek olun, hareket eden enerjiniz sizin eril yanınızdır. Eril yan kanalın çıkış tarafıdır. Dişi, evrensel enerjiyi alır, erkek de onu dünyada eyleme dönüştürür. Örneğin bir erkek ressama bir resim imajı, dişi yönünden gelir ve erkek enerjisiyle harekete geçip tuvale aktarır. Bir anne birden kaygı duyup düşen oğlunu kaldırmak için öteki odaya koşar. Kaygıyı dişi yönünden, koşmayı ise eril yanından alır. Her durumda dişil ve eril enerjiler iç içe birlikte yarattıkları için ortaya bir sonuç çıkar. Resim ve kurtarılan çocuk, ortaya çıkan sonuçlardır. Sezgi ve eylem birlikte yaratımı meydana getirir.
Dişi ve eril enerjilerin birliği tüm yaratıların temelidir. Uyumlu ve yaratıcı bir hayat sürmek için dişil ve eril enerjilerin tamamen gelişmiş olması ve birlikte doğru çalışmaları gerekir. Dişil enerjinin doğal işlevi yol göstermektir. Yüce zekânıza açılan kapınız, sezginiz yani dişil enerjinizdir. Dişi enerjinin arzusunun evrenin bilgeliği olduğuna inanan eril enerji, hemen uygulamaya gider ve yaratım gerçekleşir.
Dişinin doğasında duygular ve arzularla ifade edilen bilgelik, sevgi ve berrak bir vizyon vardır. Erkeğin doğasındaysa dişinin hizmetine sunulmuş bir risk alma eylemi vardır. Tıpkı şövalye ve kadın gibi…
Erkeğin kadına bu teslimiyeti ve onun namına gerçekleştirdiği eylemi, sezgili dişinin hassas enerjisini koruyan ve saygı gösteren bir kişilik yapısı oluşturur. Bazı düşünce yapıları, dişinin ardında erkeğin durduğunu, bazı düşünce yapıları da erkeğin ardında dişinin durduğunu ifade eder. Her iki tarafın düşüncesi de bu arkada durma tanımını bir geride kalma, yani savaşa benzetirsek savaşı kaybetme olarak algıladığından şiddetle reddedilir. Oysa tanımsal olarak arkada durma terimi, aslında birbirini tamamlama ve yaratımı gerçekleştirmeyi ifade ettiğinden bir yenme-yenilme durumuyla özdeşleştirilmemelidir. Yetersiz kelimesel anlamın boyutunda kalan düşünsel sistem, bitmeyen savaşın ve bütünlenmeyen bireylerin tek suçlusudur. Tanımsal olarak önde olmak durumunda olan dişil enerji, arkasından eylemi gerçekleştiren eril enerji ile tam bütünleştiğinde harika bir şey olur:
“Gücü, huzuru, bilgeliği ve sevgisi olan, açık, kuvvetli ve yaratıcı bir kanal”
Bu kanal, bir ucundan alıcı, diğer ucundan da eylemci olan bir daire gibidir ve kendi kendini besler. Evrenin tümünü oluşturan şey, dönüp duran ve yaratımı gerçekleştiren bu dairedir. Tıpkı Yin-Yang gibi… İki ayrı yanın içinde bulunan zıt renkli noktacıklar da her tarafın kendisinde bulunan zıt enerjidir. Yani dişinin içindeki erkek, erkeğin içindeki dişi…
Antik Erkek
Ataerkil kültürümüzde eril enerjimizi, dişi sezgilerimizi desteklemek ve ifade etmek için değil bastırmak ve kontrol etmek için kullanırız. Bu geleneksel kullanım eylemine, Antik erkek adını verebiliriz. Erkeklerde daha belirgin olarak dışarıda, kadınlarda daha ince detayla yerleşmiş olarak içerde olmak üzere her iki cinste de eşit olarak vardır. Bu antik erkek, kontrolü elinden bırakmak istemeyen yanımızdır. Dişi yanımızdan korkar ve evrenin gücüne teslim olmak istemez. Bireysel kimliğini kaybetmekten korkan bu yanımız her ne pahasına olursa olsun direnir, bireyselliğe ve ayrılığa tutunur.
Bu yüzden de dişil yanımızın birliğe ve tek olmaya giden gücünü inkâr eder. Özellikle kadınların içinde bulunan gizli ataerkil ses, bazı toplumlarda kraldan çok kralcıdır adeta.
Bir kayınvalidenin gelinine ya da annenin kendi kızına uyguladığı eril baskı, kadının içinde bulunan gizli ataerkil sese en güzel örnektir. Eril bir enerjide yani bir babada bu hemcins baskısı, çok görülen bir eylem değildir. Eril enerji bir şekilde kendi elini kirletmeden bu görevi de dişi bedenli bir varlığın üzerine yıkmıştır ve kendisinden daha katı bir uygulayıcı olan bu dişi varlığı, eylemsel bir maşa olarak kullanır. Dişi varlık ise gönüllü olarak antik erkek rolünü oynayarak, kendi varlığında bütünleyemediği tek ve tam olma halinin, kendisinden sonra gelen bir dişi tarafından başarılmasını da engellemeye çalışır. Bu da bir boyut daha yükseltilmiş bir dişil-eril çatışması sorunudur. İç içe geçmiş kaotik bir durum haline gelen bu inkârın sonucunda bütünlenme ve yaratım, fiziksel dünyaya geçiş yapamaz.
Birliğe ve yaratıma giden bu gücün bastırılması sonucunda hileli yöntemler, hastalıklar ve duygusal patlamalarla ani ve odaklanmamış bir dışarı çıkma gerçekleşir. Bu dışarı çıkma eyleminin hangi merkezde patlayıp ortaya çıkacağı kestirilemez. Sebepsiz sinir buhranları, şizofreniler, kişilik bölünmeleri, manik haller ya da cinsiyeti temsil eden organlarda ortaya çıkan fiziksel rahatsızlıklar gibi. (Miyom, kist, prostat vb.)
Bu dışavurumlar birer imdat çağrısıdır ve aslında birinci dereceden patlamalardır. Birey hala yaşamaya ve yaratıma devam etme konusunda umut taşır ve tedavisi mümkün olan rahatsızlıklar yaratarak içindeki tamlanmamışlığa şans tanımak ister. İkinci derece ve ölümcül patlamalar ise hayatını yani yaşam enerjisini bitirecek eylem ve rahatsızlıklardır. İntihar, kendini öldürtmeye teşvik için kışkırtma ve ölümcül kanserler gibi sonuçlar, yaratım gücünün tamamen kesildiği ya da tıkandığı ümitsiz durumların sonuç örneklerindendir.
Herkes tarafsız bir gözle ve bu bakış açısıyla çevresine baktığında bu bastırılmışlığın eserlerini rahatça görüp izleyebilir. Toplumdaki kadınların beşte birinden daha fazlasında rahim miyomu rahatsızlığı mevcuttur. Miyomu meydana getiren tıbbi sebebin tam olarak ne olduğu bir türlü kesinleşmemiştir. Tecrübeleriyle gözlemlerini değerlendiren doktorlar ve araştırmacılar, kadındaki bu sorunun bastırılmış yaratım gücünün sonucu ortaya çıktığını söyler. Bu bastırılmışlığın temelde fiziksel cinsellik tatminsizliğiyle ilgisi yoktur. Dişil enerjinin kanal bulup yaratımı gerçekleştirememesi bu gücün kontrolsüz patlayışını yaratmıştır. Sezgileriyle tek ve tam olmaya öncülük eden dişil enerjinin, eylemsel eril enerjisinin önünün kapanması sonucu oluşmuş olma ihtimali yüksektir. Karşı cins tatminsizliğinden değil, kendi içindeki yaratım kanalının akışının gerçekleşmemesi sonucu oluşan örnek bir rahatsızlık ve fiziksel dışavurumdur.
Bu bastırılma eylemi, davranışsal olarak erkeklere makine gibi ruhsuz, sert bir rol oynatır. İçindeki dişi enerjiyi kabullenmeyen ve bastıran erkek tamamen kontrollü ve baskıcı olmayı öğrenir. Bu baskıyı da kadınlara karşı kullanır. Dişinin dişi hallerinden rahatsızlık duyan erkek, kendi içinde inkâr ettiği ve korktuğu halleri bastırmayı amaç edinir. Çünkü kadınlar ona, kendi içinde bastırdığı dişi tarafın gücünü hatırlatır. Erkek kendi içindeki dâhili gücü (dişil gücü) kestiği için kendisini yalnız hisseder. Bu yalnızlığını da güçlü görünmeye çalışarak, kaba tabirle maçolaşarak eyleme dönüştürür, yani patlatır. Geleneksel erkeğin içinde kendisini umutsuzca duyurmaya çalışan çaresiz bir dişi ses vardır. Dışarıdan dağılmaz kaya gibi görünen erkeklerin enteresan duyarlılık sahibi olduğuna çok kez rastlarız. Ortaya çıkmak için ölümcül son noktalara varılması gerekebilir ve şaşırtıcı gelen bu durum çok sıradan bir bastırılmışlığın eseridir.
Geleneksel dişi rolündeki kadın ise, eril enerjisini dişi gücünü inkâr etmek ve bastırmak için kullanır. Bu onu çaresiz ve erkeğe yaşamsal olarak bağımlı kılar. Gücünü dalavere ile kullanmayı deneyebilir, bunu yapacak ayrıntıcı ve oyuncu olan keskin bir zekâya sahiptir. Ne kadar güçlü olduğunu öğrenirse erkeğin onu terk edeceğinden korktuğundan, gücünü dikkatle saklayabilir, hatta kendinden bile! Kendisini geleneksel olarak bu şekilde ifade eden kadının içinde onu bastıran maço ve antik bir erkek vardır. Kadın, bu erkek kişiliğini yansıtan ve kendisine karşı davranışlarında ortaya koyan erkekleri çekme eğilimindedir. Bu davranış, kendisinin neyi hak ettiğine inandığına bağlı olarak sürekli kendisine acı çektiren modelleri kadının hayatına taşır.
Geleneksel maço erkek ise, öz imajı zayıf, yapışkan, muhtaç, gücünü dalavere ile kullanan, cilveli, ayartıcı kadınları hayatına çeker. Bu kadınlar, kendi içlerindeki güvensizlik ve saygısızlıklarıyla erkeğin kendi içindeki bastırılmış dişil yönlerine olan güven ve saygı eksikliğinin yansıtıcısıdırlar.
Birbirini artı- eksi gibi tamamladığı zannedilen bu antik dişi-eril tablolar, ne yazık ki mutluluğun, bütünlenmenin ve yaratımın tabloları değildir. Bastırılmış her iki enerjinin kontrolsüz patlamalarıyla şekillenen bu tabloda Yin-Yang döngüsü, sallana sallana hem de ters tarafa dönmektedir. Doğal, ahenkli ritminin güzelliğinden uzak bu sallantının sarsıntıları tüm dünyayı kötü bir kaderin( yörüngenin) içinde döndürmektedir.
Milyarlarca insan mutsuzluğun pençesinde, suratlarına taktıkları sahte maskelerin ardında boşa ömür tüketip, hem kendilerini hem tüm dünyayı kandırmaya devam ediyor.
Uyanma vakti gelmedi mi hala sizce?
İçinizdeki Karşı Cinsi Aynanıza Yansıtın
Dışımızda yaşadığımız her şey, içimizde yarattığımız şeylerin yansımasıdır. Evrenin temel kanunu budur. Bir aynaya bakarak yaşıyor ve gerçekliğimizi oluşturuyoruz. Aynaya bakın ve bir kadınsanız içinizdeki güçlü, eylemci erkeği de görün. Bir erkekseniz çatık kaşlarınızın altındaki gözlerde şefkatli ve sezgili bakışı keşfedin. Kadın ya da erkek hangi tarafta olursanız olun, kendinize sevilmek istediğiniz gibi davranın. Bir kadınsanız, içinizde sizi seven, şımartan, koruyan, eylem gerçekleştiren, dayanıklı bir erkek yaratın. Bir erkekseniz, yumuşak, sıcak, sevecen, çekici, sezgili, tek ve tam olma yöntemlerini bilen dişil diğer bir yan taşıyın. Ne kadın bedeninde eylemci, güçlü, koruyucu erkek olmaktan korkup utanın, ne erkek bedeninde dişil yumuşaklığı, sezgiyi ve cazibeyi var etmekten çekinin.
“Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,
Hak’kın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde.”
(Hacı Bektaş-ı Veli)
Nesrin Dabağlar