Empatinin tarifini bilgece yapan bir Kızılderili söylemi bu…
Duygusal ve sosyal zekânın en önemli bileşenlerinden birisi olan empatinin sözlük anlamına baktığımızda; kendimizi bir diğer kişinin yerine koyup, onun gibi hissedebilmek ve düşünebilmek olarak tariflenir. Latince’deki “iç, içine, içinde” anlamına gelen “em” ön eki ile Grekçe’deki “duygu, acı, ıstırap, algılama” anlamına gelen “patheia” sözcüğünden türetilmiştir.
Empatinin üç önemli aşaması vardır, önce gözlemleme sonucunda “o”nun gibi bakabilmek, sonra “o”nun gibi hissetmek ve düşünebilmek, son olarak da “o”na bunu ifade edebilmek…
Empati kurmak, ilişkileri oluşturmakta ve doğru sosyalleşmede doğru kullanılması gereken önemli bir özelliktir. Doğru dozda empati sahibi olmak, hem özel, hem sosyal, hem iş ilişkilerinde başarıyı sağlayan faktörlerden birisidir. Genellikle anlaşmazlıklar esnasında dile getirilen klasik bir cümle vardır: ” Beni anlamıyor, algılamıyorsun” Bu cümlenin söylenişiyle biten ya da çıkmaza giren pek çok ilişki vardır. Karşılıklı sevgi ve uzlaşma isteği olmasına rağmen ortada bir anlayamama problemi mevcuttur. Bu anlayamama ve algılayamama sorununun temelinde yatan eksiklik empatinin doğru kullanılmamasıdır aslında… Ya kolayına kaçar ve sadece kendi gözlüğümüzden bakmayı seçeriz, ya da empati kurmayı gerçekten bilmeyiz.
Temelde ya empati yokluğundan ya fazlalığından doğan farklı durumlar empatinin dengelenmesi ile kolayca çözümlenebilir. Özellikle modern toplumda dozu şaşan ( daha çok azalan) empatiyi dengelemek ve aile ile iş ilişkilerinde doğruyu bulmak için empati kursları- testleri uygulamaları başlamıştır artık doğal olarak…
Empatinin dozu açısıyla bakıldığında, az empati yapan kişilerin genellikle sadece kendi doğrularını kabul ettiklerini, bir diğerine kabul ettirmekte güç (eğer varsa) kullandıklarını, kuralcı, sert ve prensipli göründüklerini kolayca söyleyebiliriz.
Yüksek empati sahibi kişiler ise yoğun bir duygusallığa sahiptirler, bu nedenle karşılarındaki kişinin acısından ve kötü talihinden çok etkilenirler. Örneğin, bu insanlar bir kitabı sadece okumazlar, yaşarlar; dolayısıyla potansiyel olarak büyük tehlike altındadırlar. Ancak güçlü bir karakter ve savunma mekanizması zarar görmelerine engel olabilir. Objektif ve gerçek gözlem yaptığımızda bu insanların bu dünyaya bilinen ölçülerde tutunamamış olduğunu fark edebilirsiniz. Bu tür insanların üstün pek çok özellik ve kabiliyetinin yanı sıra gereğinden fazla empatiye sahip oldukları için kendi öz haklarını gerçek anlamda koruyamamış olduklarını tespit edebilirsiniz ve sürekli karşısındakini hissetmeye çalışmaktan ipin ucunu kaçırıp, kendilerini savunmasız bıraktıklarını kolayca görebilirsiniz. Bu durumun patolojik bir hale gelmesiyle fazla empatiye sahip insanların, hayatlarının bir döneminden sonra bıkkın, bezgin ve kırgın olarak yaşamaya devam ettikleri bir gerçektir. Bu tür insanlar belki o güçlü savunma mekanizmasına sahip olmadıkları için, belki de bu savunmayı kullanmayı tercih etmedikleri için zarar görmeye devam ederler ömür boyu…
Genel tariflerin ve psikolojik empatinin dışında, empatinin çoğunlukla telepati ile iç içe geçmiş parapsikolojik alt durumları ve özelleşmiş empati olguları vardır. Çoğu zaman birer fenomen olarak tanımlanmaya uyan bu özel durumlar sanılanın aksine pek çok bilimsel araştırma alanının içinde kendine yer buluyor aslında. Bilinç -düşünce-irade- kader ve hatta akıl okuma olgularını yakından ilgilendiren ilginç araştırmalara her gün yenisi ekleniyor.
Taklitçi Hücreler: Ayna Nöronlar
İnsan bedeninin ve beyninin bir örneği empatide olduğu gibi keşfedilmesi gereken milyonlarca faaliyeti vardır. Gülmek, esnemek, ağlamak, karamsarlık, neşe, coşku, hüzün vb. gibi pek çok davranış ve duygu biçimi insanlar arasında kolayca yayılabilen ve taklit edilen duygulardır.
İnsan beyninin işlev gören kısmının nöronlardan oluşur ve bu nöronlar elektrikle çalışır. Her bir nöron yüz mili volt elektrik enerjisi üretildiğinde aktif olarak çalışır hale gelir. Buna aksiyon potansiyeli ismi verilir. Beynimizde yaklaşık yüz milyar nöron vardır. Bu nöronların çalışması günümüzde EEG denilen aletle, elektrik akımı ölçülerek incelenebiliyor.
Beynin çalışması fonksiyonel manyetik rezonans (fMR) ve pozitron emülsiyon tomografi (PET) cihazlarıyla da araştırılabiliyor.
Nöronların çalışmasıyla açığa çıkan enerji çok yüksektir. Bu enerji pek çok soruya kaynak olabilir.
“Beyin bu yüksek miktarda enerjiyi nasıl kullanıyor, parapsikolojik olaylarda bu enerjinin rolü var mı? “
İşte bu gibi sorulara cevap aramak için yapılan bir araştırmada on yıl öncesine kadar bilinmeyen bir nöron yapısı keşfedildi.
İtalya’da Parma Üniversitesi’nden Giovanni Rizzolatti, Vittorio Gallese ve ekibi 1996 yılında, makak maymunun beyninin ön lobunda ‘ayna nöron’ adını verdikleri değişik bir motor nöron hücresi keşfettiklerini duyurdular. Yakın zamana kadar, motor nöronların yalnızca salgı bezleri ve kas devinimlerini denetleyen uyartıları gönderen sinir hücreleri olduğu sanılırdı. Bilim adamlarıbeyin hücrelerini, nöronları test etmekteydiler ve maymunlar ne zaman bir fıstık alsalar nöron aktivitelerinden tespit edilmiş özel bir ses duymaktaydılar. Daha sonra bir gün maymunlar hareket etmeden dururlarken bir bilim adamı fıstıklara uzandı ve maymunun nöronu sanki kendileri uzanıp alıyormuşçasına aynı aktiviteyi gerçekleştirdi.. Bu durum bir şeyi açıklığa kavuşturuyordu: “Bir şeyi görmek ve bir şeyi yapmak aynı şeydi!” Yani, bu nöron birisini bir şey yaparken seyrederken sanki kendisi yapıyormuş gibi aktive olmaktaydı.
Bu nöronlar tabii ki insanlarda da mevcut. Katıla katıla gülen kendimizi alamayıp gülmeye başlarız. Bunun gibi gerginlik, gerginliği; neşe, neşeyi bulaştırır. Mutlu yüzlere bakan insanların, gülerken gerilen kaslarının, kızgın yüzlere bakanların ise kaşları çatan kaslarının resme baktıktan 700 milisaniye içinde kımıldadığı saptanmış. Çevremizde biri esnese çok geçmez tek tük başka esneme sesleri ardı sıra dizilir. İnsanın ayna nöron sistemi, maymunlardan farklı olarak sol yarı kürede ve özellikle dille bağlantılı Broca alanında toplanmıştır.
Ayna nöronların varlığının empati ile ilişkilendirilmesi ile konunun içinde pek çok parantez açılması sağlanmıştır. Parantezlerin her biri ise bilimdışı bildiğimiz pek çok olgu için açıklayıcı kaynak olmuştur. Birkaç paranteze birlikte bakalım:
• Sürü psikolojisinin temel nedeninin ayna nöronlar olduğu konusunda ileri sürümler var. Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı Yard. Doç. Dr. Emre Özgen, bir konferansta yaptığı konuşmada, 10 yıl önce tek hücreli ölçümlerle bulunan “ayna nöron”ların, son yılların çok ilgi gören nöropsikolojik buluşlarından biri olduğunu belirmiş. Konferansta Fransa Jean Nicod Enstitüsü Öğretim Üyesi Pierre Jacob’un ekip çalışmasından dayanakla, çete davranışları ve sürü psikolojisi gibi öğelerin altında insan beynindeki ”ayna nöron”ların bulunduğunun düşünüldüğünü söylemiş…
• Ayna nöronlarla ilgili bir başka çarpıcı parantez, otistik çocukların ayna nöron mekanizmasının arızalı olmasıdır. Otizm, Yunanca autos (kendi) sözcüğünden geliyor. Türkçeye kendicilik diye çevrilebilir. Otistik çocuğun çektiği temel zorluklardan biri, metafor (eğretileme) ve metonim (düzdeğiştirmece) gibi söz oyunlarını anlayamamalarıdır. Örneğin, ‘Yumruğunu sık!’ denildiğinde, çocuk bir eliyle yaptığı yumruğu öbür eliyle sıkıyor.
• Parapsikolojik kabul edilen başka bir konu var ki, akıl okumak diye de adlandırılır… Bazı insanlar bir diğer kişinin beyninin içinden geçeni rahatça algılayabiliyorlar. Özellikle empati duygusu fazla olan insanlarda gelişmiş olan akıl okuma yeteneği, telepati adını da alabiliyor ve empati ile iç içe geçiyor bu noktada. Ayna nöronlar ile ilişkilendirilerek açıklandığında telepati bilimsel bir izaha kavuşabiliyor:
Birinci şahsın bilinç dışında bulunan duygu, hayal gücü veya sezgiden sorumlu kısımlarında elektriksel aktivite oluşur bu aktivite bilinç dışında bulunan telepatiden sorumlu ayna nöronlarını uyarır ayna nöronlarından enerji açığa çıkar bu enerji evrene yayılır, alıcı kişiye ulaşır ve alıcı kişideki ayna nöronlarını uyarır. Burada oluşan aksiyon potansiyeli duygu durumu değiştirir bir his bir sezgi açığa çıkarır, çoğu kişi bu bilinçli zihinleriyle bu hisse bir anlam veremeyebilir, ancak altıncı hissikuvvetli diye tabir ettiğimiz kişiler ile trans haline girmek suretiyle bilinçlerinin engelleyici etkisini kapatmayı öğrenmiş kişiler buna daha iyi anlam verebilirler.
Gönderilen mesaj alıcıda bilinç seviyesinde anlaşılamazsa bir iç sıkıntısı olarak tezahür edebilir. Altıncı his, telepati, pozitif –negatif enerji gönderimi gibi parapsikolojik yeteneklerde bu konuyla ilgili nöron grupları tarafından gerçekleştirilir. Üzerinde çalışılırsa ustalık kazanılabilir. Ancak bazı kişiler doğuştan daha yeteneklidir. Uzaktan görme-işitme gibi psişik yeteneği olan insanlar, ABD ve İngiltere’de bazı çözümlenmesi mümkün olmayan adli olaylarda polis tarafından görevlendiriliyor. Bu insanlar nasıl oluyor da uzaktan görebiliyorlar düşünmek gerek. Uzaktan hissedebilme yeteneğinin gelişmesiyle beyin ve düşünce kontrolleri konusundaki komplo teorilerinin dayandığı bir takım bilimsel gerçekler olmasa üzerine kitaplar yazılmaz. (Adam Fawer- OLASILIKSIZ)
Biyoelektromanyetik dalgalarla, düşünme sırasında hücreler arasındaki iletişimin sağlanması ve ayna nöronları sayesinde bir diğer insan tarafından diğer kişi harekete geçmeden önce geriye kontrol eden ve durduran düşünceler gönderilmesi üzerine kurulu olan bu kitabın içindeki senaryo hiç de akla uzak gelmiyor doğrusu…
Derin hipnozlarda kişilerin astral yolculuk yapabildikleri söylenir. Uzaktan görme mekanizmasını açıklayacak olursak beyinde ayna nöron grubu uzaktaki bir olay için enerji gönderir. Enerji, gönderilen yerden geri yansır ve alıcı nöronlarca algılanır. Bu işlem aynı ultrasonla insan karnında bir görüntü oluşturmayı andırır. Görüntü bilinç dışında oluşur, çok net değildir. Bunu yorumlayacak şahsın bilgi, beceri, yetenek ve tecrübesi olaya açıklık getirir.
Evrene bakılırsa hemen her şeyin dalga hareketi (iniş- çıkışlar) yaptığı görülür. Gece-gündüz, siyah-beyaz, ses ve en önemlisi ışık; dalga hareketi yapar, örnekler çoğaltılabilir. Bir grup bilim adamı zamanın da dalga hareketi yaptığına inanıyor. Zaman dalga hareketi yapıyorsa, zaman içinde yolculuk mümkün olabilir.
Zamanın dalga hareketi yaptığı varsayımından yola çıkarsak, zamanın farklı boyutlarında, aynı yerde yaşamın cereyan ettiği düşünülebilir. Geleceği görebilen insanlar beyinlerindeki ayna nöronlarını kullanarak bunu bilinç dışlarından yapabiliyorlar.
Bütün bu parantezlerin açılımından çıkan sonuçları değerlendirirsek eğer birkaç şıkta toplayabiliriz:
• Ayna nöronlarının bulunduğu nöron grupları bilincimizin dışındadır.( doğal yapımızın içinde yaratılışımız gereği mevcuttur ve motor nöron adı verilir)
• Bu nöron gruplarından gelen verileri değerlendirmeyi engelleyen düşünce ve olaylar, doğru değerlendirme yapmamıza engel olabilir. (Fazla empati nedeniyle kişisel başarısızlık örneğinde olduğu gibi bilinçli düşünce ile motor olanı dengeleyememek)
• Ayna nöronlarından gelen verilerin doğru değerlendirilmesi için trans hali oluşturularak engelleyici düşüncelerin uzaklaştırılması gerekir.
(Motor özelliği olan bu nöronları tam algılayabilmek için diğer istemli düşünce ve duyuları durdurabilmek, meditasyon için istenen “düşüncesiz” kalmayı başarmak gerek)
• Ayna nöronlarından uyku esnasında da veri gelebilir (haberci rüyalar, istiareye yatmak)
• Bu yetenek geliştirilebilir.
Parantezlerin sayısı arttırılabilir ve gerçekten parapsikoloji – metafizik- bilimdışı kabul edilen pek çok şey için mantıklı açıklamalar oluşturulabilir. Sonuç olarak empati hayatımızın pek çok alanında doğru dozda kullanılması ve geliştirilmesi gereken bir yetenek. Azlığında duyumsamazlık, egoizm, iletişim sorunları, otizm, vicdansızlık, utanmazlık gibi hiç de istenmeyen negatif psikolojik olgulara neden olur. Gereğinden fazla ve tek taraflı kullanıldığında kişisel başarısızlık, yalnızlık, mutsuzluk gibi duygularla yaşamaya mahkum eder. Dozunda kullanılıp, geliştirildiğinde başarı ve çekicilik getiren bir sürü yeteneğe sahip olmayı sağlar. Empati hemen her ilişkide hüküm sürer. En güzel aşklar empatinin gelişmesiyle zirveye çıkar ve uzun süre yaşar. Empatisiz, ya da tek taraflı empatinin olduğu aşkın en tutkulusu bile bitmeye mahkumdur. Oyun bile oynayamayız empatisiz. Sanatçı kurduğu empati yoluyla yapıtını ortaya koyar ve izleyen, bu yapıtla kurduğu empati yoluyla baştaki yaşanmışı yaşar. Utanç, mahcubiyet duygularının haysiyet, şeref duyumlarının ardında da empati vardır. Belki en çarpıcı olanı, kendimizde bir başkasını yaşatarak bu bölünmenin, aynı konuda karşıt duygular yaşamamıza yol açmasıyla vicdanı olanaklı kılmasıdır.
Empatinin yanlış kullanılmasıyla; birbirine yürek kapılarını kapatmış, kendi kimliğinin ve egosunun ötesini duyamayan, her türlü ilişkisinde başarısız ve toplumsal bir otizmin pençesinde ya da sürü psikolojisinin tekdüze boyun eğmişliğinde kaybolmuş bulabiliriz kendimizi…
Ne güzel söylüyor atasözümüz;
OLMA KESER GİBİ HEP BANA, OLMA RENDE GİBİ HEP SANA, OL TESTERE GİBİ BİR SANA BİR BANA!
Bindiğiniz dalı da kesmemeniz dileğiyle…
Nesrin Dabağlar