Nefes Köprüsü

Nefes, bizi yaşamın hem madde, hem mana boyutuna bağlayan, bedenimizle ruhumuz arasındaki kapıların temel enerjisidir.

O bir köprüdür… Onu hangi niyet yolunda kullanırsak bizi ona ulaştıracak büyüye sahiptir. Onun enerjisini nasıl kullanırsak hayatı da öyle yaşarız…Aldığımız eksik ve yanlış nefesler, hayatla mücadele sırasında, kaygılar, başarısızlıklar, stresler, şanssızlıklar, kısmetsizlikler, bunalımlar ve hastalıklar olarak bize geri döner.

Nefes kesici; nefes nefese; nefes tüketmek; son nefes; nefesi durmak; nefesetmek; nefesi kuvvetli; bir nefeslik; nefes farkındalığı… Nefes için hayatımızda kullandığımız çeşitli ifadeler… Onsuz yaşam düşünülemez. Bu tarafa adım attığımız ilk saniye ciğerlerimize dolarken belki de canımızı yakan, bu yüzden bizi bağıra çağıra yaşama bağlayan ilk travma: Nefes…

Psikoloji bilimi bizim hayat boyu yaşadığımız en büyük travmanın doğum anımız olduğunu söyler… Hatta çeşitli çalışmalarla o ana döndürülüp hayatı kabul etmemiz sağlanmaya çalışılır. Nefes almak ilk anın travmasından sonra o kadar kanıksanır ve o kadar sıradan bir hale dönüşür ki, çoğunlukla onun farkında bile olmayız. Sırf bu yüzden de ilerleyen yıllarımızda nefesimizin ne kadar doğru, ne kadar hacimli, ne kadar kaliteli olup olmadığına bakmaksızın nefes almaya devam ederiz… Oysa o ilk büyük travmanın arkasından hayatın travmaları bizi etkilemeye devam eder ve ilk aldığımız kocaman nefes yerine gitgide daha sıkışık, daha az oksijen içeren, daha kalitesiz nefeslere dönüşür akciğerlerimize giren enerji…

Evet, nefes bizi yaşamın madde ve mana boyutuna bağlayan, bedenimizle ruhumuz arasındaki kapıların temel enerjisidir.  O bir köprüdür… Hangi niyet yolunda kullanırsak bizi ona ulaştıracak büyüye sahiptir. Yaradan’ın ruhumuza üflediği candır nefes. Onun enerjisini nasıl kullanırsak hayatı da öyle yaşarız… İddialı bir söylem gibi mi geldi?  Bu önemin gerekçelerine biraz bakarsak az bile söylemiş olduğumuz ortaya çıkar inanın…

Bebekler belirli bir süre kendi benliklerini oluşturmadan yaşarlar. Uykularında gülücükler ile bilinmeyen âlemlerde gezerler. Günahsız oldukları ve onları meleklerin koruduğu söylenir. Bunun temel sebebi aldıkları nefesin şeklinde saklıdır. Çünkü bebekler doğdukları an itibariyle tamamen diyaframa bağlı, geniş ve hacimli nefesler alırlar. Aldıkları nefesin yetişkinlere göre daha sağlıklı olmasının gerçek sebebi; çekinceler, korku ve herhangi bir kontrol ihtiyacı duymadan, özgür bir dalgalanma ve dairesel bir döngü içinde nefes almalarıdır. Onları masum ve pozitif enerji yayan varlıklar olarak sevmemizi sağlayan şey, tatlı mırıltılarla aldıkları akıcı nefestir.  Bizler yetişkinlikte çeşitli tekniklerle diyafram nefesine geri dönsek bile o serbest salınımı yaratmakta zorlanırız. Çünkü beynimiz sürekli kaygılar, stresler, korkular ve kontrollerle meşgul iken kendimizi hayatın akışına tam olarak bırakamayız. Bunu bize yaptıran kuvvet ise sol beynimizin hayatta kalmak adına bizi sürekli savaşmaya, savunmaya ve kontrol etmeye yöneltmesidir.

Vücudumuzda sempatik ve parasempatik sistem dediğimiz iki ayrı sinir sistemi vardır.  Sempatik sistem; savaş ya da kaç emirlerinin verildiği duygu durumlarından sorumludur ve sol beyin dediğimiz yanımızın temsilcisidir. Parasempatik sistem ise; sempatik sistemin yol açtığı gerilim mekanizmasını düzeltir ve dengeler. Dinlen ve sindir, yani kabul et emirlerinin yöneticisidir ve sağ beyin dediğimiz yanımızın temsilcisidir. Sempatik ve parasempatik sinir sisteminin birbirini dengeleyen ve düzenleyen sıralı ritimlerde çalışması gereklidir ki vücut için yaşam dengesi sağlansın. Sadece sağ beyin ya da parasempatik sistem içinde davranırsak, fazla dinlenmekten ve kabul etmekten yok olabiliriz. Birey olarak kendi sınırlarımızı koruyabilmek için sol beynin ve sempatik sistemin savaşçılığına ve savunmasına ihtiyacımız vardır. Bu sistemlerin herhangi birinin devrede olması ile nefes alış kalitemiz ve şekli arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Çünkü nefeslerimizin şekli ile iki sistemden birisini ya da her ikisini de devreye sokarız.

Parasempatik sistemde nefes alan bebeklerin henüz benlik gelişmesi tamamlanmadığından uzun süre dışarıdan korunmaya yani bir aile içinde büyütülüp gözetilmeye ihtiyaçları vardır. Onların sempatik sistemlerinin kendi korunma ve savunmalarını tam olarak devreye sokması için her an başka başka travmalara ihtiyaçları vardır. Kendi korumalarını kendilerinin sağlayabilmesi için, öğrenme yolu ile kayıtlar oluşturup, sol beyinlerinin ve sempatik sinir sistemlerinin ustalaşması gereklidir. Bebekler, beyinde korteks kayıtları oluşmaya devam ettikçe dünyasal birey-ego olma yolunda ilerlerler.

Bu ustalaşma yolu sırasında ilk başlarda aldığımız o serbest salınımlı nefesler, alınan darbelerin blokajları ile kilitlenen çekinceli nefeslere dönüşür.  Nefesimizdeki en önemli büyük değişiklik 1,5 ile 2 yaş civarındadır. İlk büyük nefes kilitleri bu dönemde oluşur, sonrası 5-7 yaş arasında ikinci büyük dalga ile devam eder. Artık lise çağlarına geldiğimizde tamamen üst akciğer ile çoğunlukla stresli, sıkışık, dar, kısa, yüzeysel bir nefes döngüsünün içinde nefes alır hale gelmişizdir. Sıradan eğitimin içinde -spor yapanlar ve ses eğitimi alanlar hariç- çoğu genç; akciğerlerinin sadece % 25-30’ini doldurabilir durumdadır.

Kimse çıkıp sormaz, “nefes kaliteniz nedir, derin nefes alabiliyor musunuz, nefesinizin farkında mısınız” diye… Bu eksiklik ve farkındalıksızlık durumu son nefesimize kadar devam eder genellikle. Hayatla mücadele sırasında, kaygılar, başarısızlıklar, stresler, şanssızlıklar, kısmetsizlikler, bunalımlar ve hastalıklar olarak geri döner bize aldığımız eksik ve yanlış nefesler… Başımıza gelenlerin nedenini anlamsız bahanelerde arar dururuz.

Oysa:

• Tıkanmış bir nefes, hayatımızın da tıkanması demektir.

• Az alınan nefes, aşk, bereket, şans, kısmet, bolluk ve mutluluğumuzun da az olması demektir.

• Dar nefes, sağlık ve bilincimizin de dar olması demektir.

• Sığ bir nefes, bedenimizin ve ruhumuzun tüm birimlerine ulaşamadığımız yetersiz bir hâkimiyet demektir.

• Kontrolsüz bir nefes, hayatımızın da bizim tarafımızdan kontrol edilememesi ve kontrolsüz bir kader demektir.

• Farkındalığı olmayan bir nefes,  bizim de farkındalığımızın olmaması demektir.

• Dengesiz nefesler, bizim de dengesiz olmamız demektir.

• Depresif ve kaygılı bir nefes, bizim de depresyonlu ve kaygılı olmamız demektir.

• Akciğerlerimizde nefesin ulaşmadığı bölgelerin olması, o bölgelerin temsil ettiği organların oksijensiz kalmaktan hastalıklara ve kansere yatkın olması demektir.

• 20 yaşından sonra nefes kapasitemizin azalıyor olması, bizim hayat kapasitemizin de azalması ve yaşlanmamız demektir.

• Akciğer kapasitemizi az kullanıyor olmamız, vücudumuzu toksinlerden daha az arındırıyor olmamız demektir.

• Nefes ile alıp vücudumuza dağıttığımız oksijenin az olması, yaşam süremizin de az olması demektir.

• Nefesimizin karakteri demek, bizim karakterimiz demektir.

Nefes, hayatımız üzerinde bu kadar yetkiyi nereden alıyor, ona bakalım öncelikle.

Kandaki oksijen, dolaşım ve solunum sistemi içerisinde işlemler sonucu hücrelere ulaşır. Kandaki hemoglobin oksijeni tutar ve hücrelere ulaşarak oksijen servisi yapar. Hücreler oksijen ile enerji kazanır ve yaşamını sürdürür. Hücrenin sağlığı ile kandaki oksijen oranının doğrudan bağlantısı vardır. Karbondioksit ve oksijen birbirinin zıddı iki önemli unsurdur. Birisi hayat, birisi ölüm demektir insan için. İkisinin bedenimizdeki gidip gelme ritimleri, yaşam ile ölüm arasındaki dengeyi yaratır. Bu zıt ikili, kanın hacminin içinde ortak bir yüzdeyi kullanır. Bu oran % 8’dir. İkisinin bu yüzdelik hacim içerisindeki oranları karşılıklı olarak sürekli değişir ama total oran olan % 8 asla değişmez. Örneğin, Oksijen oranı 2 ise, Karbondioksit 6, Karbondioksit oranı 3 ise Oksijen oranı 5’tir.

Kanın içindeki oranları ölçen ve nefes alışımızın nasıl olacağını belirleyen eşsiz bir tahlil merkezi vardır, bu Medulla’dır. Medulla, yorulmak bilmeden her an ölçüm yapar ve sanılanın aksine oksijeni değil karbondioksiti ölçerek, nefes ritmimizi yönlendirir. Sinir sistemine baskı yaparak sıkıntı yaratır ve bizi nefes almaya yönlendirir. Hücreye oksijen servisi yapılabilmesi için % 8’lik hacmin içindeki karbondioksitin yüksek değerlere ulaşması gereklidir. Yani hücre, karbondioksiti yükselterek, oksijen talebini ortaya koymalıdır. Talep olmadan, hizmet ve servis alınmaz.

Kandaki oksijen ve karbondioksit miktarı sadece oksijenin tüketimine bağlı olarak değişmez. Sempatik sisteme bağlı gelişen korku, endişe, kaygı, heyecan gibi durumlarda, hücrelerin gerçek oksijen ihtiyacına bağlı olmayan nefes alma komutları da Medulla tarafından verilebilir. Doğal nefesimiz ile Medulla’nın arasına giren bu duygu durumları, Medulla’nın aklını karıştırır. Gerçekte oksijen ihtiyacımız olmamasına rağmen nefes al komutu verildiğinde nefesin doğal ritmi bozulur. Ortaya çıkan durum, yaşamla ölümün arasında gereksiz yere gidip gelmektir. Stres, kaygı, endişe sırasında harcanan fazladan nefesler, ömrümüzden çalınmış nefeslerdir ve israftır. Tam da bu gerçek, nefesimizin döngüsünün bizim tarafımızdan kontrol edilmesiyle, kaygı, stres, korku, mutsuzluk gibi durumların ve de ömrümüzün de kontrol edilebilir olduğunun kanıtıdır.

Endişe, korku, stres sırasında nefes üst solunum yolu ile alınır ve sempatik sistem devrededir. Hızlıca alınan bu nefesler sırasında fazlaca artan oksijen ile kanın asit oranı artar ve onu taşıyan hemoglobin ile oksijen arasında sıkı bir bağlanma oluşur. Bu sıkı bağlanma sebebiyle hemoglobin, hücreye oksijeni bırakamaz, çünkü o oksijene kendisinin ihtiyacı vardır.  Bu sırada fazladan nefes alınmasına rağmen, Oksijensiz kalan hücreler nedeniyle organlarda, dokularda yıpranma meydana gelir. Endişe, korku, stres sırasında nefes üzerine odaklanıp, kontrollü ve geniş nefesler alındığında, parasempatik sistem devreye sokulup, kandaki asit düzeyi aşağıya çekilebilir. Alkali düzeyine gelen kanın içindeki hemoglobin- oksijen bağı serbest hale getirilir ve hemoglobinin hücreye oksijen servisi yapması sağlanır.

Nefes konusunda ayrıntılı kimyasal gerçekler üzerine sayfalarca örnek yazılabilir. Nefesin hücredeki karbondioksit ve oksijeni yönetmesi ana gerçeği, tüm organların, dokuların, bezlerin ve beynin çalışmasını doğrudan etkileyip, değiştirdiğinin ispatıdır. Özellikle zihnimizin kontrolü ile sağlayacağımız ruhsal gelişme ve farkındalık, beyin hücrelerinin oksijen ve karbondioksit ile bağlantısıyla doğrudan ilişkilidir.

Beyin; sırları tam olarak çözülmeyen, titreşimler yayar. Hücre ve nöron yapısı hala esrarengizdir. İçindeki bezlerin tam olarak neleri kontrol ettiği, ayna nöronların ve diğer nöronların, gliyallerin (nöronlardan on kat fazla olup ne işe yaradığı henüz bilinmeyen hücreler) işlevlerinin neler olduğu bilinmezlikler içerir. Nöronlar ve hücreler arasında akıp giden elektrik ağının yarattığı dalgalanımlar sonucu ortaya çıkan Beyin dalgaları, bizim düşünce ve ruhsal boyutumuzun göstergesidir. Her duygu durumunun, öğrenme boyutunun, dinlenme halinin, sevincin, neşenin, mutluluğun, telepatinin, duru görünün, mana boyutları ile ilişkinin ve rüyalarımızın ayrı bir dalga boyu salınımı vardır. Tüm bu konular ile ilgili çalışma ve değişimler, kendiliğinden oluşuyor olması yanında, nefes teknikleri kullanılarak da oluşturulabilir.

Nefes Teknikleri ile:

• Nefes ile rüya kontrolü yaratabilirsiniz.

• Nefes ile telepatinizi arttırabilirsiniz.

• Nefes ile duru görü yeteneğini kazanabilirsiniz.

• Nefes ile öğrenme ve hafıza yeteneğinizi geliştirebilirsiniz.

• Nefes ile zihninizin dinlenmesini sağlayabilirsiniz.

• Nefes ile stres ve panik atağınızı kontrol edebilirsiniz.

• Nefes ile neşe, huzur, gevşeme, mutluluk, haz, irade, sabır yaratabilirsiniz.

• Nefes ile bilinmeyen mana âlemlerinde gezebilirsiniz.

• Nefes ile diğer kişilerle aranızda görünmeyen hızlı bir iletişim kurabilirsiniz.

• Nefes ile kendi beden formunuzun dışında başka formlara girebilirsiniz.

• Nefes ile kendinize yeni dünyalar ve evrenler yaratabilirsiniz.

• Nefes ile atom altı mikro boyutta ve madde üstü makro boyutta seyahat edebilirsiniz.

• Nefes ile kendi geçmiş ve geleceğinizi ziyaret edebilirsiniz.

Çünkü nefes ile beyin dalgalarınızı değiştirebilirsiniz.

Peki, biz, doğru, geniş, kapasiteli ve sağlıklı nefes almak için ne yapmalıyız?

Değişik Nefes teknikleri uygulamaları, özel çalışmalardır ve öncelikle uzman yardımı ile çalışmak, etki ve sonuçlarının ne olacağını önceden öğrenmek gereklidir. Farklı nefesleri gereken bilgileri almadan kendi başınıza uygulamanız çok doğru olmayabilir…

Gündelik olağan doğru nefes alımı için ise dört temel kural vardır:

1- Burundan nefes alıp, burundan nefes vermek.

2- Sessiz, derin ve az sayıda nefes alıp vermek. (Dakikada 8-12 nefes)

3- Nefes alıp vermeyi dört aşamada uygulamak. AL- TUT- VER- TUT

4- Bütün ve geniş nefes alıp, vermek.

Burundan alınan nefes, solunum yolumuzun temiz kalmasını sağlar. Burun içi yapısı mukoza ve kıllar sayesinde zararlı toz ve organizmaların akciğere girmesini engeller. Ağız yoluyla alınan nefes ısınmadan ya da soğumadan akciğerlere indiğinden çeşitli rahatsızlıklara sebep olur. Burundan alınan nefes daha geniş hacimlidir, diyaframı da devreye sokar. Ağızdan alınan nefes üst solunum bölgesinde kısıtlı kalır.

Sessiz ve derin nefes almak, hacim ve hız açısından daha sağlıklıdır. Keskin ve hızlı olarak sürekli nefes almak, kanın kimyası üzerinde istemediğimiz değişiklikler yaratabilir. Hızlı nefes alımı, nefes teknikleri kullanma sırasında kullanılan özel bir durumdur. Az sayıda ama etkili, hacimli ve doğru nefes almak, bedenimizin yaşam süresinin daha tasarruflu kullanılmasını sağlar. Binlerce yıl öncesinin bilgeleri, nefes sayısı kapasitemizin beden formumuza uygun olarak doğduğumuz anda belirlenmiş olduğunu söyler.

Nefesi içimize çekme aşamasından sonra nefesi belirli bir süreliğine tutmak, hücre içindeki karbondioksit oranını yükseltir ve oksijenin servis edilmesi için uygun ortam oluşturur. Karbondioksit yükselmeden gerekli miktarda oksijen servisi yapılamaz. Nefesi verirken aldığımız zaman ve hacim miktarınca geriye vermek, akciğerlerimizin tamamen boşalmasını sağlar. Çoğunlukla nefeste yapılan en büyük yanlış, akciğeri tamamen boşaltamamaktır. Nefesi tam boşaltmak belki almaktan bile daha önemlidir. Akciğerini tamamen boşaltamayanlar hayatın yükünü de gereksiz yere üzerlerinde taşıyanlardır. Hatalı nefes bu noktada başlar ve tekrar nefes alırken boşalmayan alanlar nedeniyle akciğer, eksik nefes alır. Bu döngü gitgide bizi daha bir sığ nefese taşır. Al- tut- ver tut döngüsünde dördüncü aşama olan, akciğeri nefessiz olarak bekletmek, beyne giden damarların daha kuvvetli hale gelmesini sağlar. Bu damarların kuvvetlenmesi, zihin sağlığımız ve zekâmızda olumlu etkiler yaratır. Nefesi tutup bekletme sonrasında, hafızamızın devreye girmesi ve odaklanma sayesinde cevabını bulamadığımız sorular daha rahat çözümlenir. Sınavlar sırasında bilemediğimiz sorularda nefes tutma çalışması yapılırsa, o sorunun cevabı gelebilir. Beyin bu nefes tutma sonrası hafıza içinde geri bildirim alır ve soruyu çözer.

Nefessiz bekleme esnasında meydana gelen en ilginç gelişme, telepatik yeteneklerin artmasıdır. Kendi bazı devrelerini bu şekilde kapatan beyin, ayna nöronlarını devreye sokar ve dışardaki ortamdan kendisine bilgi transferi gerçekleştirir. Duru görü ve telepatik yetenekler ile nefesi tutma arasında ilginç bir bağlantı vardır. Nirvana kelimesi, dışarı üflemek, vermek anlamındadır, kurtuluşu ve zirveye ulaşmayı sembolize eder.

Bütün nefes, tüm akciğerin devreye sokulmasıyla gerçekleştirilen nefestir. Üst akciğer, orta bölge, alt diyafram bölgesi, hem öne, hem arkaya, hem yanlara, hem aşağıya doğru genişletilerek nefes alınmalı ve verilmelidir. Nefesi genişletebilmek için dört eşit zamanlı sayarak yapılan nefes çalışmaları, 5 sayısından başlanıp, sırasıyla 10-20-30 hatta 40 a kadar çıkarılabilir. Her artış kademesinde akciğerin atıl kalan bir bölgesi devreye girer. Örneğin 10’a kadar sayılarak alınan nefes alt bölgeye genişletilirken, 20 sayıya kadar genişletilmesi için yanlara doğru nefes alınır. Sonraki aşamada arka tarafa doğru nefesi yönlendirmekle, kürek kemiği hizasından başlayan nefesle, boyun ve köprücük kemiği genişletilerek ulaşılamayan köşelere ulaşılabilir. Bu erişim hem nefesin hacim olarak büyümesini sağlar, hem hâkimiyetimizden uzak olan bölge ve organlarımızın bizim kontrolümüze girmesini sağlar. Nefesin tüm yeteneklerini devreye sokabilmek için öncelikle doğru nefes alınması konusunda alıştırmalar yapılmalı, nefes genişletilmeli, döngüsünün kademeleri uygulanmalıdır. Doğru nefese ulaştıktan sonra diğer özelliklerini kullanmak için teknikler denenmeye başlanılabilir. Birtakım teknikler ile bedensel şifanın özel çalışmaları yapılabilir. Organların hastalık yaratan blokajları çözüldüğünde mucize iyileşmeler gerçekleşmesi hayal değildir, denenmiştir.

Nefes ile ruhsal çalışmaların yapılması aşamalıdır. Meditatif hale gelip, beyin dalgalarını değiştirmek alt kademelerde kolayca başarılabilir. Duru görü, rüya, derin trans, bilinmeyen diğer boyutlar ile iletişim için uzmanlaşmış kişilerden teknik danışmanlık almak gereklidir. Eski öğretilerin bilgileri içinde uygulanan değişik uygulamalar ile bilimin yaptığı yeni araştırmalar nefesin zengin bir kaynak olduğunu gösterir. Bu kaynak doğru kullanılmalıdır.

Nefes, bizi gitmek istediğimiz her yöne götüren, sihirli, gizemli ve etkili bir köprüdür…Nefes köprüsünün üzerinde yürüdüğümüz adımların niceliği ve niteliğince yaşarız hayatı…

Nesrin Dabağlar